Konya
KONYA
Ne bir kelime ne de bir cümle ile anlatmak veya tanımlamak mümkün değildir.
Ama Yine de ilk sıra Mevlâna Celâleddin Rûmî Hazretlerinindir. Daha önceleri çok özenilmemiş olan Mevlana meydanını genişlettiler bu sayede halkın bayramlarda kandillerde ve cuma günlerinde kalabalık bir halde ibadet etmelerine de vesile oldular. Zira Konya bu hususta daha ehemmiyet gösteren bir şehirdir.
Mevlana Müzesi
Mevlâna Celâleddin Rûmî’nin babası Sultânü’l-Ulemâ (Âlimler Sultânı) Bahâeddin Veled’e Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad tarafından hediye edilen Gül Bahçesi’ne 17 Aralık 1273 yılında vefat eden Hz. Mevlâna’nın kabri üzerine 1274 yılında bir türbe, 1396 yılında da çini kaplı külâh ve kubbe yaptırılmıştır. Anadolu Selçukluları döneminde yaptırılan semâhâne ve mescidin yetersiz kalması üzerine XVI. yy.da II. Selim tarafından inşa edilen semâhâne ve mescid, III. Murad zamanında matbah-ı şerîf ve dedegân hücrelerinin ilâvesiyle külliye hâline dönen Mevlâna Dergâhı Mevlevîliğin merkez âsitânesi olarak 1925 yılına kadar hizmet vermiştir. 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra 1927 yılında yapılan düzenleme ile Konya Âsâr-ı Atîka Müzesi olarak ziyarete açılmıştır. 1954 yılında yapılan yeni düzenleme ile Mevlâna Müzesi adını almıştır. Müzede Hz. Mevlâna ve Mevlevîliğe ait eserler ile el yazması kitaplar, levhalar, kandiller ve mûsıkî âletleri sergilenmektedir. Müzede bulunan ihtisas kütüphanesi 1854 yılında Postnişin Mehmed Saîd Hemdem Çelebi tarafından kurulmuştur. Kütüphanede Selçuklu, Karamanoğulları ve Osmanlı dönemine ait 2756 cilt içinde 4.000’in üzerinde el yazması eser bulunmaktadır. Kitapların tamamı CD ortamına aktarılarak araştırmacıların istifadesine sunulmuştur. Mevlâna Müzesi haftanın her günü ziyarete açıktır.
Alâeddin Camii
Anadolu Selçuklu Devleti’nin en büyük ve en önemli ulu
camilerinden olan Alâeddin Camisi Konya’nın merkezinde yer alan Alâeddin
Tepesi üzerinde inşa edilmiştir. Yapımına Selçuklu Sultanı I. Rükneddin
Mesud (1116-1156) zamanında başlanan cami, I. Alâeddin Keykubad zamanında
tamamlanmıştır (1221).
Cami, İslam mimarisi yapı tarzında inşa edilmiş, üzeri ağaç ve toprakla
örtülmüştür. Yapıda Roma ve Bizans devirlerine ait kırkın üzerinde mermer sütun
bulunmaktadır. Caminin abanoz ağacından kündekâri tekniği ile Ahlatlı Mengü
Berti tarafından 1155 yılında yapılmış minberi, Anadolu Selçuklu ahşap
işlemeciliğinin şaheserlerindendir. Çinilerle süslü mihrabın önünde yine çini
süslü maksure kubbesi mevcuttur. Taç kapısında yapı ustası olarak Muhammed Bin
Havlan el-Dımışkî’nin adı yazılıdır. Cami avlusunda Selçuklu sultanlarından I.
Mesud, II. Kılıçarslan, I. Gıyâseddin Keyhüsrev, II. Rükneddin Süleyman, III.
İzzeddin Kılıçarslan, I. Alâeddin Keykubad, II. Gıyâseddin Keyhüsrev, IV.
Rükneddin Kılıçarslan ile III. Gıyâseddin Keyhüsrev’in mezarları bulunan türbe
ile yanında I. İzzeddin Keykâvus adına yaptırılmış ve yarım kalmış ikinci bir
türbe daha bulunmaktadır.
Cami, İslam mimarisi yapı tarzında inşa edilmiş, üzeri ağaç ve toprakla örtülmüştür. Yapıda Roma ve Bizans devirlerine ait kırkın üzerinde mermer sütun bulunmaktadır. Caminin abanoz ağacından kündekâri tekniği ile Ahlatlı Mengü Berti tarafından 1155 yılında yapılmış minberi, Anadolu Selçuklu ahşap işlemeciliğinin şaheserlerindendir. Çinilerle süslü mihrabın önünde yine çini süslü maksure kubbesi mevcuttur. Taç kapısında yapı ustası olarak Muhammed Bin Havlan el-Dımışkî’nin adı yazılıdır. Cami avlusunda Selçuklu sultanlarından I. Mesud, II. Kılıçarslan, I. Gıyâseddin Keyhüsrev, II. Rükneddin Süleyman, III. İzzeddin Kılıçarslan, I. Alâeddin Keykubad, II. Gıyâseddin Keyhüsrev, IV. Rükneddin Kılıçarslan ile III. Gıyâseddin Keyhüsrev’in mezarları bulunan türbe ile yanında I. İzzeddin Keykâvus adına yaptırılmış ve yarım kalmış ikinci bir türbe daha bulunmaktadır.
Çatalhöyük Neolitik Kenti
İnsanlığın gelişiminde önemli bir evre olan yerleşik
toplumsal hayata geçişle birlikte, tarımın başlangıcı ve avcılık gibi önemli
sosyal değişim ve gelişmelere tanıklık eden Çatalhöyük Neolitik Kenti,
Güney Anadolu Platosu’nda yaklaşık 14 hektarlık bir alan üzerinde yer
almaktadır. İki höyükten oluşan Çatalhöyük Neolitik Kenti’nin daha uzun olan
Doğu Höyüğü, MÖ 7400 ve 6200 yılları arasına tarihlenen 18 Neolitik yerleşim
katmanından oluşmaktadır. Söz konusu katmanlarda, sosyal örgütlenmeyi ve
yerleşik hayata geçişi simgeleyen duvar resimleri, rölyefler, heykeller ve
diğer sanatsal öğeler yer almaktadır. Batı Höyüğü ise MÖ 6.200 ve 5.200 yılları
arasına tarihlenen Kalkolitik Dönemeait kültürel özellikler göstermektedir.
Bu özellikleriyle Çatalhöyük, aynı coğrafyada 2000 yıldan fazla bir süredir var
olan köylerden kentsel hayata geçişin de önemli bir kanıtıdır.
Çatalhöyük’teki içlerine çatılardan girilen birbirine
bitişik evler ile sokağı olmayan yerleşim benzersiz bir özellik
sergilemektedir. Ortadoğu ve Anadolu’da diğer Neolitik alanlar bulunmuş
olmasına rağmen, Çatalhöyük Neolitik Kenti, kalıntıların boyutu, yaşayan
toplumun yoğunluğu, güçlü sanatsal ve kültürel gelenekler ve zaman içindeki
sürekliliğin benzersiz bileşimi ile olağanüstü evrensel değer taşımaktadır. Bu
özelliklerinin bir sonucu olarak 2009 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi'ne
önerilmiştir. İnsanlık tarihine ışık tutan Çatalhöyük Neolitik Kenti, 2012
yılında UNESCO Dünya Miras Listesi'ne alınmıştır.
Çatalhöyük Neolitik Kenti nerede?
Konya'nın 52 km güneydoğusunda, Hasandağı'nın yaklaşık
olarak 136 kilometre uzağında, Çumra İlçesi'nin 11 km. kuzeyinde, Konya
Ovası'na hakim arazide bulunmaktadır.
Beyşehir Eşrefoğlu Camisi
Beyşehir ilçesi İçerişehir mahallesinde bulunan, Orta
Asya'da Semerkant, Buhara gibi eski Türkistan şehirlerinde yer alan ağaç
direkli camilerin ülkemizdeki eşsiz bir örneği olan Beyşehir Eşrefoğlu
Camisi, Anadolu'daki ahşap direkli camilerin en büyüğü ve orijinali olup
1296-1299 yılları arasında inşa edilmiştir.
Beyşehir Eşrefoğlu Camisi Minberi
Anıtsal taç kapısı, eşsiz mihrap ve minberi, üstün ağaç ve
çini işçiliği yönünden ağaç cami müzesi gibidir. Mihrabının tümü çini mozaikle
kaplı olup, 4.58 metre eni, 6.17 metre yüksekliği ile Konya çevresindeki bütün
çinili mihraplardan daha büyüktür. Minberi, tamamen ceviz ağacından üstün bir
işçilik ve zengin bir süsleme ile oymalı, çatmalı ve tutkalsız olarak
yapılmıştır. Cami, Türk mimari tarzının en güzel ahşap örneklerinden birisidir.
Sekizgen, beşgen, yıldız ve geometrik dolgular ve bitkisel bezemeler ile
kaplanmış minber, sedef ve fildişi çatmalarında görülebilecek derecede
inanılmaz bir düzgünlük ve inceliktedir. Caminin tavanı renkli kalem işi
süslemelere sahiptir. Özellikle konsollardaki kök boyalı motifler dikkat
çekicidir. Eşrefoğlu Camisi, Selçuklu ulu camilerinde görülen şu özelliklerin
tamamını barındıran tek örnektir: Çoğul ahşap sütunlar, tavanı tamamen ahşap ve
kalem işçiliği ile süslenmiş, minberi tamamen ahşap ve Kündekari tekniği ile
yapılmıştır.
Beyşehir Eşrefoğlu Camisi Kar Deposu
Eşrefoğlu Camisi, çok sayıda ahşap sütun üzerinde yükselir.
Yüzyıllar boyu kış aylarında caminin damındaki karlar, çatının ortasındaki
boşluktan ortadaki havuza atılmış ve ortamı nemlendirerek yakılan sobalardan
ötürü ahşap sütunların çatlayıp kurumasını engellemiştir. 1965 yılında karlığın
üstü camla kapatılmış ve işlevini yitirmiştir.
Yerli ve yabancı turistlerin hayranlıkla seyrettiği cami
hem taş hem ahşap işçiliğinin nadide örnekleriyle doludur. Selçuklu dönemi taş
ve ahşap işçiliğinin muhteşem örneklerini yansıtan Eşrefoğlu Camisi, UNESCO
tarafından 2012 yılında Dünya Mirası Aday Listesi'ne alınmıştır.
Akşehir Nasreddin Hoca ve Rüştü bey Konağı
Konağı yaptıran Rüştü Bey, Akşehir mustantıkı (sorgu
hâkimi)dır. İlçede kendi adına bilinen iki yapısı bulunmaktadır. Bunlardan biri
1904’de yaptırılmış Rüştü Bey Hanı, diğeri I. Dünya savaşı başlarında yapımına
başlanan Rüştü Bey Konağıdır. Rüştü Bey, aynı parsel üzerinde bulunan, babası
Mustafa Ağa’ya ait evi yıktırdıktan sonra, Ermeni ustalar tarafından yapımına
başlanan Konak, Türk ustalar tarafından tamamlanmıştır. Bodrum ve zemin kat
üzerine iki katlı, ahşap taşıyıcılı, kerpiç ve taş malzemeli ikiz ev olarak
planlanan yapının bir bölümünde Rüştü Bey’in oğulları, bir bölümünde kendisi
oturmuştur. Tarih boyunca farklı etnik grupların bir arada yaşadığı Akşehir
ilçesinde karma bir kültür dokusu görülmektedir. Bu nedenle kentin mimarî
dokusunda Geleneksel Türk Evlerinden farklı öğelere sıkça rastlanılmaktadır.
Rüştü Bey Konağında da bu karma Kültürün izleri açıkça görülmektedir. Kültür
Bakanlığı Yüksek Kurulunun 15.11.1985 tarih ve 1569 sayılı kararı ile tescil
edilen Rüştü Bey Konağı 1989 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
kamulaştırılmış 1992 yılında onarımına başlanmıştır. Daha sonra “Nasreddin Hoca
Arkeoloji ve Etnografya Müzesi” olarak düzenlenen Rüştü Bey Konağı özgünlüğünü
günümüze kadar korumuştur. İkiz ev plan tipinde yapılan konak, bodrum ve giriş
kat üzerine iki katlı olarak inşa edilmiştir. Giriş katında toplam altı oda
olup idarî birimlerle birlikte Etnografik ve Arkeolojik Eser Deposuda bu katta
bulunmaktadır. İkinci kat Arkeolojik eserlerin sergilendiği bölümdür. Binanın
her iki bölümünde üçer olmak üzere toplam altı oda bulunmaktadır. Kronolojik
olarak dönemlere ayrılan odalarda eserler teşhir edilmektedir. Üçüncü kat
Etnografik eserlerin sergilendiği bölümdür. Bir tarafta Nasreddin Hoca’nın
fıkrasının, Sıra yarenlerinin canlandırıldığı oda ile Akşehir’e ait gelin
odasının sergilendiği odalar vardır. Diğer tarafta ise etnografik nitelikteki
eserler sergilenmektedir. Orta salonda,13. yy.’a ait ahşap işçiliği gösteren,
Seyyid Mahmud Hayrânî Türbe kapısı ve Şeyh Eyüb Türbesi’ne ait sanduka teşhir
edilmiştir.
Kilistra, Lystra
Kilistra antik kenti, Konya'nın 45 km. güney-batısında,
Konya merkez Meram ilçesine bağlı Hatunsaray (Lystra) beldesi Gökyurt köyü
içerisindedir. Helenistik ve Roma dönemlerinde yoğun yerleşime sahne olan ve Erken
Hristiyanlık döneminde hızla büyüyen Kilistra (M.S.VI.-XIII.yüzyıl)
zamanla Kapadokya benzeri bir mimarî dokuya kavuşmuştur. Kilistra antik kenti,
tarihî Kral Yolu (Via Sebaste) üzerinde yer alır. Stratejik öneme sahip olan
Lystra, Roma İmparatorluğu'nun güney uçlarında İmparator Augustus tarafından
askerî koloni yapılan beş merkezden biridir. Aynı dönemde Anadolu'yu gezen
(M.S.49-56) Aziz Paulus ve Barnabas’ın yeni vaz’ ettikleri dine Lystra halkının
çoğunluğu katılmıştır. Kilistra’nın İnanç Turizmindeki Yeri Haberci Paulus'un
Barnabas ile geldiği ilk gezisinde Konya'da yaptığı ilk vaazında konuşma
yaptığı sinegogun karşısındaki evin penceresinde kendisini dinleyen güzel
Theakla, bekâretini koruması, kutsal yola kendisini adaması, bu uğurda
Romalılardan işkence görmesi, ölüme mahkum edilmesi nedeniyle kutsanmış ve
Azîze makamına erişmiştir. Konya'lı Azîze Theakla'nın yanısıra Lystra'da
(Hatunsaray) hayatını kurtaran, onu tedavi eden Musevî ailenin çocuğu olan
Timoteos, Paulus'un en seçkin yardımcıları arasına katılmıştır. Efes Piskoposu
da seçilen Timoteus için, Paulus gönderdiği mektuplarda “çömezim” diye hitap
etmektedir. Selânik'e, Makedonya'ya ve Korint'e de görevli gönderilen ve
“imanda öz oğlum”, “sevgili oğlum”, “kardeşimiz” dediği Timoteos’un örnek
kişiliği, öğüt vericiliği yanında sorunları çözmede bulduğu pratik çözümlerden
de bahsedilmiştir. Kilistra, Aziz Paulus’un söylemlerini ve mucizelerine ve
yaşadıklarına konu olan, Hristiyan hacıların da inanç turizmi kapsamında
ziyaret merkezi olarak tarihi ortamı en canlı karakteriyle ayakta tutan bir
özelliktedir. Kiliseler, şapeller, manastırlar, gözcü kuleleri, sığınaklar,
antik yollar, mahalleler, seramik atölyeleri gibi mimari örnekleriyle inanç
turizmine farklı bir tat kazandırmaktadır.
Karatay Medresesi Çini Eserler Müzesi
Çini Eserler Müzesi olarak kullanılan Karatay Medresesi,
Selçuklu Sultanı II.İzzeddin Keykâvus zamanında Emir Celâleddin Karatay
tarafından 1251 yılında yaptırılmıştır. Medresenin iç mekânları mozaik ve plaka
çiniler ile kaplanmıştır. Mimarının Muhammed bin Havlan olduğu tahmin
edilmektedir. Medrese, Selçuklular devrinde hadis ve tefsir ilimleri okutulmak
üzere “Kapalı Avlulu Medrese” grubunda beden duvarları taştan, kubbe ve
tonozlar tuğladan inşa edilmiştir. Sille taşından inşa edilmiştir. Tek
katlıdır. Giriş doğudan gök ve beyaz mermerden yapılmış, Selçuklu devri taş
işçiliğinin şaheser bir örneği olan kapı ile sağlanmaktadır. Kapının üzerinde
medresenin yapımı ile ilgili kitabeler, diğer yüzeylerine seçme âyet ve
hadisler kabartma olarak işlenmiştir. Medresenin güneybatı hücresinde
Celâleddin Karatay’ın türbesi mevcuttur. Anadolu Selçuklu devri çini
işçiliğinde önemli yeri bulunan Karatay Medresesi 1955 yılında “Çini Eserler
Müzesi” olarak ziyarete açılmıştır. Müzede Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı
dönemine ait çini ve seramikler, özellikle Kubad-Âbâd Sarayı çinileri, alçı
süsleri, dolaplar, çini tabaklar ve kandiller teşhir edilmektedir. Müze
pazartesi haricinde haftanın her günü ziyarete açıktır.
Arkeoloji Müzesi
Konya Arkeoloji Müzesi, 1962 yılında hizmete girmiştir.
Neolitik, Erken Bronz, Hitit, Frig, Grek, Roma ve Bizans devirlerine ait
eserler teşhir edilmektedir. Çatalhöyük, Canhasan, Erbaba, Sızma, Karahöyük ve
Alâeddin Tepesi'ndeki kazılarda çıkan eserler ile Roma dönemi lahitlerinin
sergilendiği müze, pazartesi haricinde haftanın her günü ziyarete açıktır.
Şems-İ Tebrîzî Câmii, Türbesi Ve Park
Alâaddin Tepesi’nin doğusunda, geniş bir park içinde
bulunan Şems-i Tebrîzî türbe ve mescidi birbirine bitişiktir. Türbe, klâsik
Selçuklu kümbetleri tipindedir. Üstü sonradan örtülen kurşun bir çatı ile
kaplıdır ve kubbenin altında büyük bir sanduka mevcut olup burada Şems-i
Tebrizî’nin medfun bulunduğu kabul edilmektedir. Hz. Mevlâna'nın düşünce
hayatından çok önemli bir yere sahip olan Şems-i Tebrîzî'nin Türbesi ve Mescidi
Konya'da en çok ziyaret edilen yerlerden biridir.
Beyşehir
Gölü - Konya
Sırçalı Medrese - Konya
Eflatunpınar Hitit Su Anıtı
Eflatun Pınar Hitit Su Anıtı, Konya İli, Beyşehir İlçesi,
Sadıkhacı Beldesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Hititler, dünya uygarlık
tarihinde yaklaşık bin yıllık egemenlik döneminde devlet yapısını, sosyal,
ekonomik ve dini hayatı yansıtan çeşitli somut kültür varlıkları
bırakmışlardır. Söz konusu kültür varlıklarının şekillenmesinde ihtiyaçlar ve
inançlar en önemli faktörler arasındadır. Suyun bir merkezde toplanarak ihtiyaç
oranında kullanılması, böylece iyi bir su rejiminin uygulanması tarım toplumlarında
ekonomik hattın önemli bir parçası olup, Eflatun Pınar Hitit Su Anıtı,
Hititler’den sonra da fonksiyonunu kaybetmeden bugüne kadar ayakta kalabilen bu
sistemin en güzel örneğidir. Anıt MÖ 13. yüzyılın son çeyreğine
tarihlendirilmektedir. Eflatun Pınar Anıtı’nın Büyük Kral Tuthaliya IV dönemine
ait olduğu düşünülmektedir.
Özgün taş işçiliği, kabartmalardaki kompozisyon ve bir açık
hava tapınağı olarak düzenlenmesi ile Hitit Uygarlığı’nın diğer kaya
anıtlarından ayrılan Eflatun Pınar Anıtı, doğal kaya üzerine yapılmamış,
birbirine uygun olarak kesilmiş andezit blokların titizlikle birleştirilmesi
ile inşa edilmiştir. Doğal bir su kaynağı üzerinde yapılmış büyük bir havuz ve
dikdörtgen formda şekillendirilmiş kayalar üzerine kabartma tekniğinde yapılmış
tanrı ve tanrıça figürlerinden oluşmaktadır. Havuzun duvarına paralel yatay su
kanalları suyun havuz içerisine akmasını sağlayarak dönemin su tesisatı ile su
teknolojisi hakkında da önemli bilgiler vermektedir.
2014 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne Hitit
Kutsal Su Tapınağı olarak dahil edilmiştir. Listeye dahil edilmesindeki Üstün
Evrensel Değerler Gerekçesi: Eflatun Pınar su havuzunun özelliği, akan suların
merkezi havuz sistemi ile toplanarak, gerektiği zaman tasarruflu bir şekilde
kullanılan nadir su sistemlerinden biridir. Bu anıt sadece görünüş itibariyle,
düzeniyle ve ikonografi yapısıyla ender anıtlardandır, aynı zamanda da yapımı
esnasında kullanılan teknoloji ve sanatkarlık bakımından da çok nadide bir
anıttır.
Sille Mahallesi
Sille, Anadolu uygarlıkları içinde çok mühim bir yeri
bulunan, kültürlerin bir arada yaşadığı özel bir mekândır. Sille, doğal
silüetiyle ve bu silüetle bütünleşen tarihî izleriyle, sivil mimarîsi ve
yerleşim dokusuyla, örf, adet ve gelenekleriyle, bağ ve bahçeleriyle farklı
yaşam tarzına sahip bir yerleşim yeridir. M.S. 327 yılında Bizans İmparatoru
Constantin’in annesi Helena, Hac için Kudüs’e giderken Konya’ya uğramış,
buradaki ilk Hristiyanlık dönemlerine ait oyma mabetleri görmüş, Sille’de bir
mabet yaptırmaya karar vermiş ve temel atma törenine bizzat katılmıştır.
Aya-Elena Kilisesi, asırlar boyunca onarımlar görerek günümüze kadar gelmiştir.
Ayrıca Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerine ait Taş Câmi başta olmak üzere câmiler,
Hacı Ağa Hamamı, Subaşı Hamamı, çeşmeler, köprüler gibi Türk-İslâm eserleri de
bulunmaktadır.
Selçuklu Köşkü - Konya
III. Sultan
Kılıçarslan (1156-1192) döneminde yapılmış ve Sultan Alâeddin Keykubad
tarafından onarılıp genişletilmiştir. Diğer bir adı da Alâeddin Köşkü’dür. İki
katlı olarak inşa edilen köşkün duvarları çini ve yazı bordürleri ile süslüdür.
Son yıllarda Konya Müze Müdürlüğü tarafından yapılan kazı çalışmaları sonunda
açığa çıkan buluntular ışığında restorasyon çalışma projeleri devam etmektedir.
Bursa, Edirne ve Topkapı Saraylarına ve bilhassa Adalet Kulelerine ilham
kaynağı olan çok önemli bir Selçuklu saray yapısıdır. Alaeddin tepesinde Alaeddin camiinin hemen önünde bulunmaktadır bugünlere yalnızca çok küçük bir parçası ulaşmış ve koruma altına alınmıştır.
Beyşehir
Gölü - Konya
Göller yöresinde yer almakta olup, ülkemizin en
büyük tatlı su gölüdür. Barındırdığı yaban hayatı, doğal güzellikleri ve tarihi
değerleri ile göllerimiz içerisinde özel bir yeri olan Beyşehir Gölü; güzel,
mavi rengi, irili ufaklı adaları, kumsalları, karstik mağaraları ve bozulmamış
bitki örtüsü ile ülkemizin en güzel göllerinden biridir. Gölün güney ve kuzey
kıyıları sığ olup, en derin yeri 10 metreyi bulmaktadır. Başta Sazan olmak
üzere Levrek, Kadife, Akbalık ve Aynalı Sazan gölde bulunan balık türleridir.
Beyşehir Gölü çevresi, 20.02.1993 tarihi itibariyle Milli Park Statüsü'ne
alınmış olup, milli park alanı 88.750 hektardır. Yüzölçümü 651 km2, uzunluğu 45
km, en geniş yeri 25 km'dir. Çevresi, yüksekliği 2.000 metreyi aşan dağlarla
çevrilidir. Deniz seviyesinden yüksekliği ise 1.115 metredir. Gölün içinde pek
çok ada vardır. Bunlardan bazıları; Hacı Akif, İğdeli, Kızkulesi, Akburun,
Mada, Yılanlı, Külbent adalarıdır. Gölde bol miktarda balık vardır.
Karapınar Meke Krater Gölü
Karapınar'ın 8, Hotamış'ın 30 km. güney doğusundadır. Dünyada benzeri
olmayan, "Dünyanın Nazar Boncuğu" olarak anılan ve zeminde çift patlama ile oluşmuş bir krater gölüdür. Panoramik
görüntüsü, jeolojik yapısı ve bölgede yaşayan kuşlar ile bir harikadır. Ayrıca
bölgede Acı Göl, Çıralı Göl, Meyil Gölü gibi görülmeye değer krater gölleri
bulunmaktadır.
Göl
ve birincil krater çukurunun uzunluğu 800 m, genişliği 500 m dir. 12 metre
derinliğindedir.
5
milyon yıl önce (Pleistosen çağda) volkanik patlama sonucu oluşan bu krater (piroklastik
koni), zamanla suyla dolarak göle dönüşmüş ve daha sonra, günümüzden 9000 yıl
önce ikinci bir volkanik patlama ile gölün ortasındaki ikinci volkan konisi
oluşmuş, zamanla o da suyla dolarak ikinci bir göle dönüşmüştür.
Sırçalı Medrese - Konya
Sırçalı Medrese, 1242 yılında
Bedreddin Muslih tarafından fıkıh ilmi okutulmak üzere yaptırılmıştır. “Açık
Avlulu Medrese” tipinde inşa edilen yapının ana eyvanın sağında ve solunda
kubbeli birer oda vardır. Bunlar klasik kışlık dershanelerdir. Yapının en süslü
ve gösterişli yeri olan ana eyvan bugün oldukça sağlam durumdadır. Yalnız eyvan
kemerinin yere kadar olan altıgen çinilerle eyvanın üst kısmındaki çiniler
büyük ölçüde dökülmüş ve bozulmuştur. Eyvan üç basamakla avludan ayrılmaktadır.
Cephesi çeşitli şekillerde ve görünüşlerde çinilerle ve âyetlerle bezelidir.
Kemer içinde yer alan altıgenin ortasındaki mimarî kitabede Medreseyi Tuslu
Mehmed Usta’nın yaptığı yazılıdır. Yazı bordürleri eyvanın cephesini çepeçevre
dolaşmaktadır. Eyvanın güney duvarında çinileri dökülmüş mihrap bulunmaktadır.
Sırçalı Medrese çinileri çini sanatı bakımından önemli bir yer tutmaktadır.
Sırçalı Medrese’nin üst katı hâlen Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü’nce
kullanılmakta, alt kattaki bir bölümde vakfiyesine uygun olarak “Fıkıh Sohbetleri”
gerçekleştirilmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder