Konya



KONYA

Ne bir kelime ne de bir cümle ile anlatmak veya tanımlamak mümkün değildir. 
Ama Yine de ilk sıra Mevlâna Celâleddin Rûmî Hazretlerinindir. Daha önceleri çok özenilmemiş olan Mevlana meydanını genişlettiler bu sayede halkın bayramlarda kandillerde ve cuma günlerinde kalabalık bir halde ibadet etmelerine de vesile oldular. Zira Konya bu hususta daha ehemmiyet gösteren bir şehirdir. 




Mevlana Müzesi

Mevlâna Celâleddin Rûmî’nin babası Sultânü’l-Ulemâ (Âlimler Sultânı) Bahâeddin Veled’e Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad tarafından hediye edilen Gül Bahçesi’ne 17 Aralık 1273 yılında vefat eden Hz. Mevlâna’nın kabri üzerine 1274 yılında bir türbe, 1396 yılında da çini kaplı külâh ve kubbe yaptırılmıştır. Anadolu Selçukluları döneminde yaptırılan semâhâne ve mescidin yetersiz kalması üzerine XVI. yy.da II. Selim tarafından inşa edilen semâhâne ve mescid, III. Murad zamanında matbah-ı şerîf ve dedegân hücrelerinin ilâvesiyle külliye hâline dönen Mevlâna Dergâhı Mevlevîliğin merkez âsitânesi olarak 1925 yılına kadar hizmet vermiştir. 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra 1927 yılında yapılan düzenleme ile Konya Âsâr-ı Atîka Müzesi olarak ziyarete açılmıştır. 1954 yılında yapılan yeni düzenleme ile Mevlâna Müzesi adını almıştır. Müzede Hz. Mevlâna ve Mevlevîliğe ait eserler ile el yazması kitaplar, levhalar, kandiller ve mûsıkî âletleri sergilenmektedir. Müzede bulunan ihtisas kütüphanesi 1854 yılında Postnişin Mehmed Saîd Hemdem Çelebi tarafından kurulmuştur. Kütüphanede Selçuklu, Karamanoğulları ve Osmanlı dönemine ait 2756 cilt içinde 4.000’in üzerinde el yazması eser bulunmaktadır. Kitapların tamamı CD ortamına aktarılarak araştırmacıların istifadesine sunulmuştur. Mevlâna Müzesi haftanın her günü ziyarete açıktır.







Alâeddin Camii


Anadolu Selçuklu Devleti’nin en büyük ve en önemli ulu camilerinden olan Alâeddin Camisi Konya’nın merkezinde yer alan Alâeddin Tepesi üzerinde inşa edilmiştir. Yapımına Selçuklu Sultanı I. Rükneddin Mesud (1116-1156) zamanında başlanan cami, I. Alâeddin Keykubad zamanında tamamlanmıştır (1221).
Cami, İslam mimarisi yapı tarzında inşa edilmiş, üzeri ağaç ve toprakla örtülmüştür. Yapıda Roma ve Bizans devirlerine ait kırkın üzerinde mermer sütun bulunmaktadır. Caminin abanoz ağacından kündekâri tekniği ile Ahlatlı Mengü Berti tarafından 1155 yılında yapılmış minberi, Anadolu Selçuklu ahşap işlemeciliğinin şaheserlerindendir. Çinilerle süslü mihrabın önünde yine çini süslü maksure kubbesi mevcuttur. Taç kapısında yapı ustası olarak Muhammed Bin Havlan el-Dımışkî’nin adı yazılıdır. Cami avlusunda Selçuklu sultanlarından I. Mesud, II. Kılıçarslan, I. Gıyâseddin Keyhüsrev, II. Rükneddin Süleyman, III. İzzeddin Kılıçarslan, I. Alâeddin Keykubad, II. Gıyâseddin Keyhüsrev, IV. Rükneddin Kılıçarslan ile III. Gıyâseddin Keyhüsrev’in mezarları bulunan türbe ile yanında I. İzzeddin Keykâvus adına yaptırılmış ve yarım kalmış ikinci bir türbe daha bulunmaktadır.


















Çatalhöyük Neolitik Kenti


İnsanlığın gelişiminde önemli bir evre olan yerleşik toplumsal hayata geçişle birlikte, tarımın başlangıcı ve avcılık gibi önemli sosyal değişim ve gelişmelere tanıklık eden Çatalhöyük Neolitik Kenti, Güney Anadolu Platosu’nda yaklaşık 14 hektarlık bir alan üzerinde yer almaktadır. İki höyükten oluşan Çatalhöyük Neolitik Kenti’nin daha uzun olan Doğu Höyüğü, MÖ 7400 ve 6200 yılları arasına tarihlenen 18 Neolitik yerleşim katmanından oluşmaktadır. Söz konusu katmanlarda, sosyal örgütlenmeyi ve yerleşik hayata geçişi simgeleyen duvar resimleri, rölyefler, heykeller ve diğer sanatsal öğeler yer almaktadır. Batı Höyüğü ise MÖ 6.200 ve 5.200 yılları arasına tarihlenen Kalkolitik Dönemeait kültürel özellikler göstermektedir. Bu özellikleriyle Çatalhöyük, aynı coğrafyada 2000 yıldan fazla bir süredir var olan köylerden kentsel hayata geçişin de önemli bir kanıtıdır.
Çatalhöyük’teki içlerine çatılardan girilen birbirine bitişik evler ile sokağı olmayan yerleşim benzersiz bir özellik sergilemektedir. Ortadoğu ve Anadolu’da diğer Neolitik alanlar bulunmuş olmasına rağmen, Çatalhöyük Neolitik Kenti, kalıntıların boyutu, yaşayan toplumun yoğunluğu, güçlü sanatsal ve kültürel gelenekler ve zaman içindeki sürekliliğin benzersiz bileşimi ile olağanüstü evrensel değer taşımaktadır. Bu özelliklerinin bir sonucu olarak 2009 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi'ne önerilmiştir. İnsanlık tarihine ışık tutan Çatalhöyük Neolitik Kenti, 2012 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi'ne alınmıştır.
Çatalhöyük Neolitik Kenti nerede?
Konya'nın 52 km güneydoğusunda, Hasandağı'nın yaklaşık olarak 136 kilometre uzağında, Çumra İlçesi'nin 11 km. kuzeyinde, Konya Ovası'na hakim arazide bulunmaktadır.





















Beyşehir Eşrefoğlu Camisi


Beyşehir ilçesi İçerişehir mahallesinde bulunan, Orta Asya'da Semerkant, Buhara gibi eski Türkistan şehirlerinde yer alan ağaç direkli camilerin ülkemizdeki eşsiz bir örneği olan Beyşehir Eşrefoğlu Camisi, Anadolu'daki ahşap direkli camilerin en büyüğü ve orijinali olup 1296-1299 yılları arasında inşa edilmiştir.
Beyşehir Eşrefoğlu Camisi Minberi
Anıtsal taç kapısı, eşsiz mihrap ve minberi, üstün ağaç ve çini işçiliği yönünden ağaç cami müzesi gibidir. Mihrabının tümü çini mozaikle kaplı olup, 4.58 metre eni, 6.17 metre yüksekliği ile Konya çevresindeki bütün çinili mihraplardan daha büyüktür. Minberi, tamamen ceviz ağacından üstün bir işçilik ve zengin bir süsleme ile oymalı, çatmalı ve tutkalsız olarak yapılmıştır. Cami, Türk mimari tarzının en güzel ahşap örneklerinden birisidir. Sekizgen, beşgen, yıldız ve geometrik dolgular ve bitkisel bezemeler ile kaplanmış minber, sedef ve fildişi çatmalarında görülebilecek derecede inanılmaz bir düzgünlük ve inceliktedir. Caminin tavanı renkli kalem işi süslemelere sahiptir. Özellikle konsollardaki kök boyalı motifler dikkat çekicidir. Eşrefoğlu Camisi, Selçuklu ulu camilerinde görülen şu özelliklerin tamamını barındıran tek örnektir: Çoğul ahşap sütunlar, tavanı tamamen ahşap ve kalem işçiliği ile süslenmiş, minberi tamamen ahşap ve Kündekari tekniği ile yapılmıştır.
Beyşehir Eşrefoğlu Camisi Kar Deposu
Eşrefoğlu Camisi, çok sayıda ahşap sütun üzerinde yükselir. Yüzyıllar boyu kış aylarında caminin damındaki karlar, çatının ortasındaki boşluktan ortadaki havuza atılmış ve ortamı nemlendirerek yakılan sobalardan ötürü ahşap sütunların çatlayıp kurumasını engellemiştir. 1965 yılında karlığın üstü camla kapatılmış ve işlevini yitirmiştir.
Yerli ve yabancı turistlerin hayranlıkla seyrettiği cami hem taş hem ahşap işçiliğinin nadide örnekleriyle doludur. Selçuklu dönemi taş ve ahşap işçiliğinin muhteşem örneklerini yansıtan Eşrefoğlu Camisi, UNESCO tarafından 2012 yılında Dünya Mirası Aday Listesi'ne alınmıştır.
























Akşehir Nasreddin Hoca ve Rüştü bey Konağı


Konağı yaptıran Rüştü Bey, Akşehir mustantıkı (sorgu hâkimi)dır. İlçede kendi adına bilinen iki yapısı bulunmaktadır. Bunlardan biri 1904’de yaptırılmış Rüştü Bey Hanı, diğeri I. Dünya savaşı başlarında yapımına başlanan Rüştü Bey Konağıdır. Rüştü Bey, aynı parsel üzerinde bulunan, babası Mustafa Ağa’ya ait evi yıktırdıktan sonra, Ermeni ustalar tarafından yapımına başlanan Konak, Türk ustalar tarafından tamamlanmıştır. Bodrum ve zemin kat üzerine iki katlı, ahşap taşıyıcılı, kerpiç ve taş malzemeli ikiz ev olarak planlanan yapının bir bölümünde Rüştü Bey’in oğulları, bir bölümünde kendisi oturmuştur. Tarih boyunca farklı etnik grupların bir arada yaşadığı Akşehir ilçesinde karma bir kültür dokusu görülmektedir. Bu nedenle kentin mimarî dokusunda Geleneksel Türk Evlerinden farklı öğelere sıkça rastlanılmaktadır. Rüştü Bey Konağında da bu karma Kültürün izleri açıkça görülmektedir. Kültür Bakanlığı Yüksek Kurulunun 15.11.1985 tarih ve 1569 sayılı kararı ile tescil edilen Rüştü Bey Konağı 1989 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kamulaştırılmış 1992 yılında onarımına başlanmıştır. Daha sonra “Nasreddin Hoca Arkeoloji ve Etnografya Müzesi” olarak düzenlenen Rüştü Bey Konağı özgünlüğünü günümüze kadar korumuştur. İkiz ev plan tipinde yapılan konak, bodrum ve giriş kat üzerine iki katlı olarak inşa edilmiştir. Giriş katında toplam altı oda olup idarî birimlerle birlikte Etnografik ve Arkeolojik Eser Deposuda bu katta bulunmaktadır. İkinci kat Arkeolojik eserlerin sergilendiği bölümdür. Binanın her iki bölümünde üçer olmak üzere toplam altı oda bulunmaktadır. Kronolojik olarak dönemlere ayrılan odalarda eserler teşhir edilmektedir. Üçüncü kat Etnografik eserlerin sergilendiği bölümdür. Bir tarafta Nasreddin Hoca’nın fıkrasının, Sıra yarenlerinin canlandırıldığı oda ile Akşehir’e ait gelin odasının sergilendiği odalar vardır. Diğer tarafta ise etnografik nitelikteki eserler sergilenmektedir. Orta salonda,13. yy.’a ait ahşap işçiliği gösteren, Seyyid Mahmud Hayrânî Türbe kapısı ve Şeyh Eyüb Türbesi’ne ait sanduka teşhir edilmiştir.






















Kilistra, Lystra


Kilistra antik kenti, Konya'nın 45 km. güney-batısında, Konya merkez Meram ilçesine bağlı Hatunsaray (Lystra) beldesi Gökyurt köyü içerisindedir. Helenistik ve Roma dönemlerinde yoğun yerleşime sahne olan ve Erken Hristiyanlık döneminde hızla büyüyen Kilistra (M.S.VI.-XIII.yüzyıl) zamanla Kapadokya benzeri bir mimarî dokuya kavuşmuştur. Kilistra antik kenti, tarihî Kral Yolu (Via Sebaste) üzerinde yer alır. Stratejik öneme sahip olan Lystra, Roma İmparatorluğu'nun güney uçlarında İmparator Augustus tarafından askerî koloni yapılan beş merkezden biridir. Aynı dönemde Anadolu'yu gezen (M.S.49-56) Aziz Paulus ve Barnabas’ın yeni vaz’ ettikleri dine Lystra halkının çoğunluğu katılmıştır. Kilistra’nın İnanç Turizmindeki Yeri Haberci Paulus'un Barnabas ile geldiği ilk gezisinde Konya'da yaptığı ilk vaazında konuşma yaptığı sinegogun karşısındaki evin penceresinde kendisini dinleyen güzel Theakla, bekâretini koruması, kutsal yola kendisini adaması, bu uğurda Romalılardan işkence görmesi, ölüme mahkum edilmesi nedeniyle kutsanmış ve Azîze makamına erişmiştir. Konya'lı Azîze Theakla'nın yanısıra Lystra'da (Hatunsaray) hayatını kurtaran, onu tedavi eden Musevî ailenin çocuğu olan Timoteos, Paulus'un en seçkin yardımcıları arasına katılmıştır. Efes Piskoposu da seçilen Timoteus için, Paulus gönderdiği mektuplarda “çömezim” diye hitap etmektedir. Selânik'e, Makedonya'ya ve Korint'e de görevli gönderilen ve “imanda öz oğlum”, “sevgili oğlum”, “kardeşimiz” dediği Timoteos’un örnek kişiliği, öğüt vericiliği yanında sorunları çözmede bulduğu pratik çözümlerden de bahsedilmiştir. Kilistra, Aziz Paulus’un söylemlerini ve mucizelerine ve yaşadıklarına konu olan, Hristiyan hacıların da inanç turizmi kapsamında ziyaret merkezi olarak tarihi ortamı en canlı karakteriyle ayakta tutan bir özelliktedir. Kiliseler, şapeller, manastırlar, gözcü kuleleri, sığınaklar, antik yollar, mahalleler, seramik atölyeleri gibi mimari örnekleriyle inanç turizmine farklı bir tat kazandırmaktadır.



























Karatay Medresesi Çini Eserler Müzesi


Çini Eserler Müzesi olarak kullanılan Karatay Medresesi, Selçuklu Sultanı II.İzzeddin Keykâvus zamanında Emir Celâleddin Karatay tarafından 1251 yılında yaptırılmıştır. Medresenin iç mekânları mozaik ve plaka çiniler ile kaplanmıştır. Mimarının Muhammed bin Havlan olduğu tahmin edilmektedir. Medrese, Selçuklular devrinde hadis ve tefsir ilimleri okutulmak üzere “Kapalı Avlulu Medrese” grubunda beden duvarları taştan, kubbe ve tonozlar tuğladan inşa edilmiştir. Sille taşından inşa edilmiştir. Tek katlıdır. Giriş doğudan gök ve beyaz mermerden yapılmış, Selçuklu devri taş işçiliğinin şaheser bir örneği olan kapı ile sağlanmaktadır. Kapının üzerinde medresenin yapımı ile ilgili kitabeler, diğer yüzeylerine seçme âyet ve hadisler kabartma olarak işlenmiştir. Medresenin güneybatı hücresinde Celâleddin Karatay’ın türbesi mevcuttur. Anadolu Selçuklu devri çini işçiliğinde önemli yeri bulunan Karatay Medresesi 1955 yılında “Çini Eserler Müzesi” olarak ziyarete açılmıştır. Müzede Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemine ait çini ve seramikler, özellikle Kubad-Âbâd Sarayı çinileri, alçı süsleri, dolaplar, çini tabaklar ve kandiller teşhir edilmektedir. Müze pazartesi haricinde haftanın her günü ziyarete açıktır.  






























Arkeoloji Müzesi


Konya Arkeoloji Müzesi, 1962 yılında hizmete girmiştir. Neolitik, Erken Bronz, Hitit, Frig, Grek, Roma ve Bizans devirlerine ait eserler teşhir edilmektedir. Çatalhöyük, Canhasan, Erbaba, Sızma, Karahöyük ve Alâeddin Tepesi'ndeki kazılarda çıkan eserler ile Roma dönemi lahitlerinin sergilendiği müze, pazartesi haricinde haftanın her günü ziyarete açıktır.


























Şems-İ Tebrîzî Câmii, Türbesi Ve Park



Alâaddin Tepesi’nin doğusunda, geniş bir park içinde bulunan Şems-i Tebrîzî türbe ve mescidi birbirine bitişiktir. Türbe, klâsik Selçuklu kümbetleri tipindedir. Üstü sonradan örtülen kurşun bir çatı ile kaplıdır ve kubbenin altında büyük bir sanduka mevcut olup burada Şems-i Tebrizî’nin medfun bulunduğu kabul edilmektedir. Hz. Mevlâna'nın düşünce hayatından çok önemli bir yere sahip olan Şems-i Tebrîzî'nin Türbesi ve Mescidi Konya'da en çok ziyaret edilen yerlerden biridir.
























Eflatunpınar Hitit Su Anıtı



       Eflatun Pınar Hitit Su Anıtı, Konya İli, Beyşehir İlçesi, Sadıkhacı Beldesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Hititler, dünya uygarlık tarihinde yaklaşık bin yıllık egemenlik döneminde devlet yapısını, sosyal, ekonomik ve dini hayatı yansıtan çeşitli somut kültür varlıkları bırakmışlardır. Söz konusu kültür varlıklarının şekillenmesinde ihtiyaçlar ve inançlar en önemli faktörler arasındadır. Suyun bir merkezde toplanarak ihtiyaç oranında kullanılması, böylece iyi bir su rejiminin uygulanması tarım toplumlarında ekonomik hattın önemli bir parçası olup, Eflatun Pınar Hitit Su Anıtı, Hititler’den sonra da fonksiyonunu kaybetmeden bugüne kadar ayakta kalabilen bu sistemin en güzel örneğidir. Anıt MÖ 13. yüzyılın son çeyreğine tarihlendirilmektedir. Eflatun Pınar Anıtı’nın Büyük Kral Tuthaliya IV dönemine ait olduğu düşünülmektedir.
       Özgün taş işçiliği, kabartmalardaki kompozisyon ve bir açık hava tapınağı olarak düzenlenmesi ile Hitit Uygarlığı’nın diğer kaya anıtlarından ayrılan Eflatun Pınar Anıtı, doğal kaya üzerine yapılmamış, birbirine uygun olarak kesilmiş andezit blokların titizlikle birleştirilmesi ile inşa edilmiştir. Doğal bir su kaynağı üzerinde yapılmış büyük bir havuz ve dikdörtgen formda şekillendirilmiş kayalar üzerine kabartma tekniğinde yapılmış tanrı ve tanrıça figürlerinden oluşmaktadır. Havuzun duvarına paralel yatay su kanalları suyun havuz içerisine akmasını sağlayarak dönemin su tesisatı ile su teknolojisi hakkında da önemli bilgiler vermektedir.
       2014 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne Hitit Kutsal Su Tapınağı olarak dahil edilmiştir. Listeye dahil edilmesindeki Üstün Evrensel Değerler Gerekçesi: Eflatun Pınar su havuzunun özelliği, akan suların merkezi havuz sistemi ile toplanarak, gerektiği zaman tasarruflu bir şekilde kullanılan nadir su sistemlerinden biridir. Bu anıt sadece görünüş itibariyle, düzeniyle ve ikonografi yapısıyla ender anıtlardandır, aynı zamanda da yapımı esnasında kullanılan teknoloji ve sanatkarlık bakımından da çok nadide bir anıttır.






















Sille Mahallesi

Sille, Anadolu uygarlıkları içinde çok mühim bir yeri bulunan, kültürlerin bir arada yaşadığı özel bir mekândır. Sille, doğal silüetiyle ve bu silüetle bütünleşen tarihî izleriyle, sivil mimarîsi ve yerleşim dokusuyla, örf, adet ve gelenekleriyle, bağ ve bahçeleriyle farklı yaşam tarzına sahip bir yerleşim yeridir. M.S. 327 yılında Bizans İmparatoru Constantin’in annesi Helena, Hac için Kudüs’e giderken Konya’ya uğramış, buradaki ilk Hristiyanlık dönemlerine ait oyma mabetleri görmüş, Sille’de bir mabet yaptırmaya karar vermiş ve temel atma törenine bizzat katılmıştır. Aya-Elena Kilisesi, asırlar boyunca onarımlar görerek günümüze kadar gelmiştir. Ayrıca Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerine ait Taş Câmi başta olmak üzere câmiler, Hacı Ağa Hamamı, Subaşı Hamamı, çeşmeler, köprüler gibi Türk-İslâm eserleri de bulunmaktadır.




























Selçuklu Köşkü - Konya
III. Sultan Kılıçarslan (1156-1192) döneminde yapılmış ve Sultan Alâeddin Keykubad tarafından onarılıp genişletilmiştir. Diğer bir adı da Alâeddin Köşkü’dür. İki katlı olarak inşa edilen köşkün duvarları çini ve yazı bordürleri ile süslüdür. Son yıllarda Konya Müze Müdürlüğü tarafından yapılan kazı çalışmaları sonunda açığa çıkan buluntular ışığında restorasyon çalışma projeleri devam etmektedir. Bursa, Edirne ve Topkapı Saraylarına ve bilhassa Adalet Kulelerine ilham kaynağı olan çok önemli bir Selçuklu saray yapısıdır. Alaeddin tepesinde Alaeddin camiinin hemen önünde bulunmaktadır bugünlere yalnızca çok küçük bir parçası ulaşmış ve koruma altına alınmıştır.



















Beyşehir Gölü - Konya

Göller yöresinde yer almakta olup, ülkemizin en büyük tatlı su gölüdür. Barındırdığı yaban hayatı, doğal güzellikleri ve tarihi değerleri ile göllerimiz içerisinde özel bir yeri olan Beyşehir Gölü; güzel, mavi rengi, irili ufaklı adaları, kumsalları, karstik mağaraları ve bozulmamış bitki örtüsü ile ülkemizin en güzel göllerinden biridir. Gölün güney ve kuzey kıyıları sığ olup, en derin yeri 10 metreyi bulmaktadır. Başta Sazan olmak üzere Levrek, Kadife, Akbalık ve Aynalı Sazan gölde bulunan balık türleridir. Beyşehir Gölü çevresi, 20.02.1993 tarihi itibariyle Milli Park Statüsü'ne alınmış olup, milli park alanı 88.750 hektardır. Yüzölçümü 651 km2, uzunluğu 45 km, en geniş yeri 25 km'dir. Çevresi, yüksekliği 2.000 metreyi aşan dağlarla çevrilidir. Deniz seviyesinden yüksekliği ise 1.115 metredir. Gölün içinde pek çok ada vardır. Bunlardan bazıları; Hacı Akif, İğdeli, Kızkulesi, Akburun, Mada, Yılanlı, Külbent adalarıdır. Gölde bol miktarda balık vardır.


























Karapınar Meke Krater Gölü

Karapınar'ın 8, Hotamış'ın 30 km. güney doğusundadır. Dünyada benzeri olmayan, "Dünyanın Nazar Boncuğu" olarak anılan ve zeminde çift patlama ile oluşmuş bir krater gölüdür. Panoramik görüntüsü, jeolojik yapısı ve bölgede yaşayan kuşlar ile bir harikadır. Ayrıca bölgede Acı Göl, Çıralı Göl, Meyil Gölü gibi görülmeye değer krater gölleri bulunmaktadır.
        Göl ve birincil krater çukurunun uzunluğu 800 m, genişliği 500 m dir. 12 metre derinliğindedir.
        5 milyon yıl önce (Pleistosen çağda) volkanik patlama sonucu oluşan bu krater (piroklastik koni), zamanla suyla dolarak göle dönüşmüş ve daha sonra, günümüzden 9000 yıl önce ikinci bir volkanik patlama ile gölün ortasındaki ikinci volkan konisi oluşmuş, zamanla o da suyla dolarak ikinci bir göle dönüşmüştür.






















Sırçalı Medrese - Konya

Sırçalı Medrese, 1242 yılında Bedreddin Muslih tarafından fıkıh ilmi okutulmak üzere yaptırılmıştır. “Açık Avlulu Medrese” tipinde inşa edilen yapının ana eyvanın sağında ve solunda kubbeli birer oda vardır. Bunlar klasik kışlık dershanelerdir. Yapının en süslü ve gösterişli yeri olan ana eyvan bugün oldukça sağlam durumdadır. Yalnız eyvan kemerinin yere kadar olan altıgen çinilerle eyvanın üst kısmındaki çiniler büyük ölçüde dökülmüş ve bozulmuştur. Eyvan üç basamakla avludan ayrılmaktadır. Cephesi çeşitli şekillerde ve görünüşlerde çinilerle ve âyetlerle bezelidir. Kemer içinde yer alan altıgenin ortasındaki mimarî kitabede Medreseyi Tuslu Mehmed Usta’nın yaptığı yazılıdır. Yazı bordürleri eyvanın cephesini çepeçevre dolaşmaktadır. Eyvanın güney duvarında çinileri dökülmüş mihrap bulunmaktadır. Sırçalı Medrese çinileri çini sanatı bakımından önemli bir yer tutmaktadır. Sırçalı Medrese’nin üst katı hâlen Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü’nce kullanılmakta, alt kattaki bir bölümde vakfiyesine uygun olarak “Fıkıh Sohbetleri” gerçekleştirilmektedir.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ihlara Vadisi

Nigde

Artvin

Bolu

Bursa

Amasya

Mardin

Nevşehir